Hits: 332
Önder Abdullah ÖCALAN
İşin ciddiyetinin farkında olamama, kendini bu konular ışığında geliştirememe bizde büyük öfke yaratıyor. Bana göre namussuzluk, kendini eğitememektir. Amacımız, mücadelemizin pratik tarzına göre bireyi kendini yeterli kılabilen, yürüyebilen, savaşabilen ve yaşayabilen bir düzeye getirebilmektir. Bütün bunların gereklerine bile doğru dürüst anlam veremeyenin yanımızda fazla yeri olamayacağını bilmesi gerekir.
Önderlik tanımını yapmaya çalıştım. Ama görüyorum ki, özgür yaşam konusunda kendini ikna etmek şurada kalsın, yaşamla ilgisi olmayan ve köleliği besleyen ne varsa onunla oyalanıyorsunuz. Kadın yoldaşlarımız, köleliğin çok dehşetli ve düşürücü yüzünü, onun her türlü dayatmasını görmek bile istemiyorlar. Burada büyük bir yanılgıyı, kendini aldatma tutumu içinde yaşama çabasını gösteriyorsunuz. Özgürlük umutlarının sıcaklığı olmadan, bu aldatıcı tutumlarla bizim yaşamımıza dayanmak çok zordur, işkence gibidir. Sizde eksik olan da budur. Sözü ve pratiği olmayan, hemen her kapıya çıkan ne kadar yaklaşım tarzı varsa, ardına kadar ona açıksınız. Kadın kişiliğinin bu kadar düşürülmesinin en temel nedeni, her türlü köleleştirici etkiye kendini açık bırakmasıdır. Kadın zavallılığı, kadının ilkesiz militanlığı, politikasızlığı ve güçsüzlüğü temelde bütün köleci etkilere açık hale gelmesinden, ona zemin sunmasından kaynaklanıyor.
Örneğin, Diyarbakır’dan Mersin’e, oradan İzmir’e bir somun ekmek için, oltaya takılan balıktan daha tehlikeli bir biçimde dağıtılan ekmeğe atılıyorlar. Bu insanların hepsinin de Güneydoğulu olduğu söyleniyor. Bunun size vereceği mesaj şudur: Bir halkın köleleştirilmesi, onu oltaya takılan balıktan daha fazla avlanmaya yatkın bir hale getirir. Siz de bu gerçekliğin en alttaki bir parçasısınız. O açıdan özgür yaşama iddiası deyip geçmemek gerekir. Sorun iliklerinize kadar sizi sarmadıkça, bütün uğraşılarınızı bu temelde kendinizde ikna edilinceye kadar sonuçlandırmadıkça, yaşamınızın bir anlam ifade edeceğini sanmamalısınız.
Ağlamakla, zayıflıklarını ve şikâyetlerini ortaya koymakla siyaset yapılmaz. Tam tersine, bu tutumların olduğu her yerde siyaset biter. Kadının politika dışı kalmasında bu tutumun belirgin rolü vardır. Kadının iktidar gücü haline gelmemesi, erkek egemenlikli politikanın aşırı uygulanmasından ileri geliyor. Sizin buna verdiğiniz karşılık, politik kişiliğe gelememek oluyor. Bu da köleliği kadın olarak kabullenmek demektir. Oysa biz kadını gerçek bir politik güç olarak geliştirmek istiyoruz. Gerek anlayış, gerek pratik örgüt çabasının esas hedefi budur. Diğer tüm yaklaşımlar boşa çıkarır ve özgürlük talebine ters düşer. Sizler halen kendini politikleştirmek, özgür ifadeye, iradeye ve bilince kavuşturmak önemsizmiş gibi davranıyorsunuz. Bunun yerine örgütü bir aile gibi görüp, yöneticiyi de bir aile reisi veya bir bacı, bir kardeş, bir koca, bir baba gibi görüp ona sarılmayı politikacılık sanıyorsunuz. Oysa bu, özgürleşme politikasından hiçbir şey anlamamak demektir. Özgücünüzden o kadar yoksunsunuz, hatta ondan o kadar korkuyorsunuz ki, hep birilerine sarılma ihtiyacını duyuyorsunuz. Tabii ki bu da boyun eğmeci temelde gelişiyor.
Oysa parti yapımız içinde politik kişiliğe en çok kadın yoldaşların ihtiyacı vardır. Politik temelde örgüt ve ideolojik gelişmeye kadının herkesten veya erkekten daha fazla ihtiyacı vardır. İlkelliğin en geri sınırı dediğiniz ortamda sadece bir cins olduğunuz için, erkek için gerekli olamaz ve kendinizi bu temelde değerlendiremezsiniz. Asıl hakaret, ilkellik ve düşkünlük buradadır. Kendini yalnız cins farklılığı ve cinselliğiyle erkeğe bir ihtiyaç olarak hissettiren kadın ideolojiden, politikadan ve örgütlenmeden vazgeçmiş demektir. Dikkat ederseniz, farkında olmayarak kendinize layık gördüğünüz ve erkeğin de günlük olarak size empoze ettiği anlayış budur. Bu anlayış temelinde erkeğe cevap olmak, özgürlük anlamında suçtur. Karşılıklı gelişen bu yaklaşım köleliğin özüdür, fakat bunun farkında bile değilsiniz. Yalnızlığınızı ve darlığınızı erkek egemenlikli anlayışa sığınarak aşmak istiyorsunuz. Bizim en çok karşı olduğumuz husus budur. Fakat biz ilkeliyiz; bu konuda çok taviz versek, özgürlük şansını bütünüyle kaybederiz. Ağabeyleriniz, kocalarınız, kardeşleriniz, sevgilileriniz acaba böyle midir?
Her şey elinizden gittikten sonra sadece ağlıyorsunuz. Hiçbir araştırma yapmadan, hiçbir denemeyi yaşamadan kendinizi teslim ediyorsunuz. Bu yaklaşımların adı teslimiyettir. En önemlisi de, sanki bu doğal bir kadermiş gibi kendini ilgisiz ve çaresiz bırakma durumunu yaşıyorsunuz. “Birileri gelsin bize sahip çıksın” diyorsunuz. Burada artık irade ve sürükleyici düşünce durur. Birileri gelir, sizi malı gibi alır, ama bu kötü bir mal olur. Sorununuzun kaynağını burada aramalısınız. Eğer biz bunu çözemezsek, vatanı ve halkın özgürlüğünü kazanmayı bir yana bırakalım, insan olarak saygıyı bile kazanamayız. Yaşam bir yalandan ibaret olur; hayal edilen, ama hiçbir zaman yaşanmayan bir rüya olup gider.
Önderlik gerçeğinin yaşam savaşını bu kadar büyük vermesi, öyle nedensiz ve çoğunuzun sandığı biçimde değildir. Önderlik gerçeği, insanlıktan çıkarılan, bütün hakları ve umutları elinden alınan, şerefi ve onuru çiğnenen bir halkı kaybettiği her şeyi yeniden kazanması için ayağa kaldıran; bu düşürülmeyi önemli oranda başarıp halka egemen kılmış ve onu teslimiyetten de öteye ayağa düşürmüş bir gerçekliği yaşam şansına çeviren; yaşam onuruna, yaşam şerefine ve yaşam gerçeğine anlam veren ve bunun için elinden gelen bütün gücü ortaya koyabilen bir insanın yürüyüşüdür.
Son zamanlarda PKK kadrosunda, sanki böylesine bir durumu yaşamıyormuşuz, sanki normal insanlarmışız gibi, hatta çoktan şerefi kazanmış ve artık özgür yaşamaya tam hak getirmiş birileriymişiz gibi bir sapkınlık, bir yalancılık, bir kendini kandırma durumu yaşanıyor. Bu işe önderlik eden bile halen bu konularda bu kadar titizse, bu kadar nefes nefese ise, siz nasıl oluyor da böyle yaşamayı kendinize layık görüyorsunuz? Anlayışlar, sığınmak istediklerinizin durumu ortadadır. Neden kendinizi aldatıyorsunuz? Unutmayın ki, bu düzeyinizle bir tartışma bile yapamıyorsunuz. Bütün davranışlarınız sizi kölece ele veriyor. Duygusal veya çocukça davranıyorsunuz. Devrimci olmak, yaşam hakkına saygıyla yaklaşmaktan geçer, özgür insan olmaya karar vermekle başlar. Siz devrimciliği tam bir aşiret usulü haline getirmişsiniz. Etkisi çok fazla olan aile kültürüyle parti ortamına geliyorsunuz. Ben buna horanta usulü diyorum. Neye karar verdiğiniz, ne olmak istediğiniz, nasıl olmak istediğiniz belli değildir. Başlangıçta doğru ya da güçlü öğrenmemiş olabilirsiniz. Ama bunu uzun süre devam ettirmenin de bağışlanacak hiçbir yönü yoktur.
Erkekler sizi yanlış alıştırmışlardır. Benim özgürlük anlayışımda ise böylesi yaklaşımlara yer yoktur. Ne bir kadını kendime, ne bir kadını bir erkeğe, ne de bir erkeği bir kadına kölece yaklaştırırım. Benim ilkem budur. Benimle yol almak isteyen her militan, buna ulaşmadıkça, birbirinin yüzüne bile bakamayacağını bilmek zorundadır. “İdeolojilerimiz var, yaşama böyle alıştırılmışız” diyorsanız, kim size böyle yaşamayı öğretmişse, gidin orada yaşayın. Önderlik gerçeğindeki yaşam felsefesi çok açıktır. Yaşam için gerekli olan ideolojik, siyasal ve örgütsel düzey, tarz ve tempo ifadeleri artık netleşmiş ve kolay özümsenebilecek düzeye gelmiştir. Bu konuları inceleyin. Size inceleme çerçevesini sunuyorum.
Kadın özgürlüğüne yüksek bir değer biçiyoruz. Bu, ekmek ve su kadar bize gereklidir. Özgür kadın kişiliği bir partiyi, bir çalışma birimini değil, gerektiğinde bir ulusu bile etkileyen yaşam demektir. Kesinlikle şuna inanmalıyız ki, özgür yaşam yoluna girmedikçe, bunu ilkede ve pratikte temsil etmedikçe, ne rahat yaşayabiliriz ne de başka şeylerle uğraşabiliriz. Benim en öfkelendiğim husus, içinizdeki yoğunca bir kesimin ve erkeklerin, bin bir emekle geliştirmek istediğimiz bu özgürlük imkanını kenarından köşesinden girip -ki, çoğu da bunu iyilik, hatta sevgi adına yaptığını sanıyor- kurt gibi kemirerek bitirmek istemeleridir. Bazıları dürüst ve özlü yaşamadan ve sevebilecek duruma gelmeden, partinin gücüne ve yetkisine sığınarak bunu dayatıyorlar.
Dogmatik değilim, birçok oluşumu yaşamın içinde gözlemeye çalışırım. Ama bu, ilkesiz ve tavırsız olduğum anlamına gelmez. Bazılarının canı yaşam, kadın veya erkek istiyormuş! Öncelikle bunun bizim için büyük bir ilke ve büyük bir politik savaş olduğunu anlamak gerekir. Savaş koşullarında bazıları “Birbirimizi nasıl sevebiliriz, birbirimizin elini nasıl tutmalıyız?” diyorlarmış. Acaba bunlar birbirlerini sevmeyi, el ele tutuşmayı biliyorlar mı? Bunu bilselerdi alkış tutardım. Bunu savaştan uzaklaşmayı yaşadıkları bir dönemde ve zeminde yürütüyorlar. Bu, süper bir düşüştür. Bu, özgür yaşam şansımızın savaşla biraz ilerletileceği yerde, niyet ne olursa olsun, komplocu ve arkadan hançerleyici bir tutumdur, askeri yaşam kişiliğimize bir darbedir.
Neden tek bir kişi bile bunu görmedi? Müthiş bir bencilliğin dışında, bunun başka izahı var mıdır? Hiç kimse bu konuyu yanlış anlamasın. Öyle ucuz sevgiler ve el ele tutuşmalar yerine, kendimizi iliklerimize kadar birbirimizin olmaya ve birbirimizle paylaşmaya hazırlamalıyız. Bizim aşksız ve coşkusuz olduğumuz iddiası korkunç bir yalandır. Aşksızlığı ve coşkusuzluğu kim yaşıyor? Kimileri en ilkel güdüleri birbirlerine dayatarak aşkı, coşkuyu ve heyecanı kazanacaklarını sanıyorlar. Eğer bu aşk ise, o zaman kaba cinselliğin kölesi olan köylüler en büyük aşıktır. Çünkü bunlar bunu istedikleri gibi yapıyorlar. O zaman genelevdeki veya özel evdeki erkekler ve kadınlar en büyük aşkı yaşıyorlar demeliyiz.
“İhtiyaçtır, bu ihtiyaç giderilmeden ordulaşma olamaz, öncelik tanınması gereken budur” deniliyor ve herkes bunu yutuyor. Suçlusunuz ve kaybedecek olan da sizsiniz. Heyecanın ve aşkın bu olduğunu nereden, hangi kitaptan öğrendiniz? Hayatın hangi gerçeği bunu size böyle öğretti? Bu kadar ucuz duygusallığa kendinizi hangi gerekçe ve cesaretle yatırabildiniz? Gerçekten sevebilselerdi, gerçekten el ele tutuşma ve kucaklaşmayı bilebilselerdi, kendilerine bravo derdim. Ama bütün bunlar büyük yaşam savaşına tepki temelinde gelişiyor. Bu çok nettir. Hayret ettiğim şey, bunu hemen kavrayıp gereken tavrı neden geliştirmediğinizdir. Bu anlamda cins yaklaşımı toplumsal gerçekliğimizde en büyük sorundur, köleliğimizin en çok yaşandığı alandır. Bunu daha doğru dürüst anlamadan ilgi bekleyeceksiniz, bu yaklaşımlara alet olacaksınız! Böyle olur mu?
Biz hiçbir zaman aşksız ve coşkusuz yaşamayı öngörmedik. Bize bağlı olduğunuzu söylemekle birlikte, halen bizim yürüttüğümüz büyük savaşın aşk boyutunu da anlamıyorsunuz. Bir yoldaşınız olarak, ben bu yaşa kadar geliş sürecimi inanılmaz bir heyecanla, en değme bir romandan daha sürükleyici bir biçimde buraya kadar getirdim. Fakat siz bundan sonuç çıkarmıyorsunuz. Oysa sizin için gerçek bir yaşam destanı burada gizlidir; kavgacıdır, dili müthiştir, büyük bir duygu savaşı vardır. Bunu doğru düzgün kavramadan, ilişkilerde sıcaklık veya soğukluk, ilişkilerde ilgisizlik veya uzlaşmacılık gibi yaklaşımları öne çıkarmak en büyük saygısızlıktır. Sis sizi ülkeye sürükleyen tutumun ne olduğunu bile anlamış değilsiniz. Sizi sürükleyen rüzgarı bile tanımlayamıyorsunuz. Kendisini yücelten değerlere zıtlık oluşturan ne varsa onu temsil etmek gibi bir sorumsuzluğu yoğunca yaşıyorsunuz. Ruhlar çoktan ölmüştür. Bazıları “Ruhum var” diyerek ruh savunuculuğunu yapıyorlar. Birçoğunun kutsal ruhtan, büyük özgürlük ruhundan haberi bile yoktur. Sonra da bir bela gibi “Ruhlarımız, duygularımız var” deniliyor.
Bu yönüyle ulusal ruhta ve ulusal iradede bu kadar kabul görülmeme rağmen, kendimi tam yeterli görmüyorum. Davranışlar o kadar basit ve güdülere takılmış ki, bunu gözü kara bir biçimde bize dayatıyorlar. İnsan yoldaşını bu kadar anlamadığı gibi, bencilliğine kurban etmek için mi kullanır? Saflarımızda güçlü bir yaşam planı olan kaç kadın var? İçinizde ilkesi olan ve ona günlük olarak titizce anlam verip uygulayan kim var? Dört dörtlük temsil istemiyoruz; ama hiç olmazsa arayış olmalı, buna ihtiyaç duyulmalıdır. Kaybettiğimiz ruhumuzu aramalıyız. Öyle söylendiği gibi rahat ilişkiyi bir yana bırakalım, bizde dürüstçe selamlaşacak hal bile bırakılmamıştır. Ben halen insanlarımızı doğru dürüst selamlayamıyorum. Hangi dosta gitsem, benim için bir rahatlık değil, orada bir savaşa çıkış vardır. Halktır, bekliyor, saygıda hiç kusur etmek istemiyor. Ama sizlere bakınca, kavga verilmesi gereken yerde tüm hızınızla teslimiyete ve kolaycılığa koştuğunuzu görüyorum. Kendinizi basitçe teslim edecek bir ortam bulursanız, iliklerinize kadar boşalır, ağlar ve teslim olursunuz. Böylelikle sevdiğinizi, arzularınızın yerine geldiğini sanırsınız. Hatta bazıları aşık olduğunu sanır. Tüm bunları doğru bulmuyorum.
Bütün bu gelişmelere rağmen, benim durumumun bile fazla umutlu olmadığını size açıkça belirttim. Halkımızın, kadınlarımızın büyük sevgisine rağmen, kendimi umutlu görmüyorum. Ancak savaş belki bizi daha iyi güçlendirebilir diyorum. Birçok kişinin yaşayabileceğini söylediği noktada, ben bunu kabul etmiyorum. Düşünün ki, ben kendi kanunlarını kendisi ortaya çıkaran, bu ülkenin ve bu halkın şu anda en güçlü gibi görünen kişisiyim. Ama buna rağmen kendimde erkekler ya da kadınlar kadar hiç de yaşam ilgisi gibi göremiyorum. Bu, benim güdülerim yoktur demek değildir. Güdülerim belki de herkesten daha fazladır; ama bunların beni götürebileceği noktayı düşündükçe, kendimi biraz ideolojik ve politik olarak dengeledikçe, büyük bir çekişme içinde kalıyorum. Bunu daha çocukluktan itibaren böyle ele aldım. Her şey bana zor geliyordu, her şey bana utanç ve sıkıntı veriyordu. Bunu yenmek için de sürekli öğrenmeye çalıştım. Öğrenme işinde de birinci konumdaydım. Buna rağmen öğrendiklerimle yetinmedim. Sorun, aile ocağındaki köhnenmiş tarzlarla yetinmekse veya düzenin çok alçaltıcı kalıpları içinde olmaksa, bunu ben de bir gün içinde halledebilir, yaşam sorunu budur deyip çözebilirdim. Bu konuda oldukça da yetenekliydim. Ama bunu insanlık gerçeğine, halklar gerçeğine ve kendi gerçekliğimize vurduğumda, son anda bundan vazgeçme gereğini duydum. Yapmak istesem de yapamam dedim. Sonuç olarak, doğruyu bulma konusunda büyük bir arayış içersine girdim.
Anaların, kızların ve çocukların halini gördükçe, kim bu tabloları kabul edebilir? Bir somun ekmek için kendilerini çamura atıyorlar. Bu duruma düşen insan her şeyini yitirmiştir. Kendimizi bu insanlardan soyut göremeyiz. Çünkü onlar bizim halkımızdır ve mücadelemizin gelişmesiyle düşman onları bu duruma düşürmüştür. Halkımız kurtarılmayı bekliyor. Hangi kadromuz sürekli bunu düşünerek yaşıyor? Buna şehitleri eklemiyorum. Çünkü her bir şehidimiz kavga gerekçesidir. Nereden bakarsak bakalım, her şey bizi kavgaya çağırıyor. Hangi değerli komutanımız bunu böyle görüp yaşamına yön veriyor? Bu konuda akıllı olacaksınız. Bu temel gerçeklere göre yaşıyorlar mı, yaşamıyorlar mı deyip bütün komutanlarınızı veya kadrolarınızı gözden geçireceksiniz.
Kürt erkeğinin bilinen bazı çok temel zaafları vardır. Kültürel, ulusal, toplumsal ve siyasal gelişmeye gücü yetmeyen, bu konularda gelişmek için kendini fazla iddialı görmeyen bu erkek, bencillik ve günübirlik yaşam söz konusu oldu mu, yaşamdan ne anlıyorsun dedin mi, gözünü gittikçe daraltılmış ve en düşkün seviyeye indirilmiş kadın cinsine, ondan da öteye sadece cinselliğine diker. İmkanımız olsaydı da bunun romanını yazabilseydik! Kadınları bu noktada da suçluyorum. Bu cinselliğe boyun eğmekle, buna alet olmakla kesinlikle sizi iğrenç buluyorum. Buna karşı büyük mücadeleyi vermemekle, tam tersine kendinizi esir görmek ve zemin olarak sunmakla sizi bir suçlu olarak görüyorum.
Böylesi cinsellik olacağına hiç olmasın. Çünkü tüm onun ulusal, toplumsal, siyasal ve örgütsel ifadelerinden kendini koparmış olan erkek, doludizgin yaşam diye size geliyor; sizin basit, çaresiz ve hiçbir gelişmeye götürmeyecek olan kaba cinselliğinize koşuyor. Bu erkeği siz nasıl tespit edemediniz? Sizde kendi diktatörlüğünü, çirkinliğini, sözüm ona hakimiyetini ve ters yüz edilmiş erkekliğini egemen kılmak istiyorsa, siz ondan ne yarar görürsünüz? Neden bunu şimdiye kadar sorgulamadınız? Bu erkek sizinle sevişmesini bilir mi? Belki size tuhaf gelir; ama bu erkek ne öpmesini ne de okşamasını bilir; vurur ve sonuçta öldürür.
Neden yaşamı incelemiyorsunuz? Hani inceleme kabiliyetiniz vardı? Hani güzel yaşam istiyordunuz? Dikkat ederseniz, burada bir incelikten bahsediyorum. “Sevgilim, beni öpmesini ve okşamasını biliyorsan, canımsın, ruhumsun” diyebilirsiniz. Ama karşınızda böyle bir erkek yoktur. Karşınızda aldatıcı birkaç lafazanlıkla kendini gizleyen ve sizi ele geçirdi mi parçalayacak olan bir adam var. Kendisi aslandır, siz ceylansınız; sizi yakaladı mı parçalar. İsmi de böyle, özü de böyledir. Benim buna karşı aldığım tedbir, böyle bir erkeklikten vazgeçmek, ondan istifa etmektir. Böyle bir erkeklik karşısında kanım donuyor. İyi ki böyle bir erkek olmadım. Bana ne derlerse desinler, bunu kendime yedirmemekle en büyük iyiliği kendime, belki biraz da kadına yapmışımdır.
Kendime sıkça şu soruyu soruyorum: Bir genç kız böyle bir erkeğe nasıl dayanabiliyor, onu nasıl kabul edebiliyor? Sizin gibi genç bir kız değilim, ama bu soruyu sizden daha yakıcı bir biçimde kendime soruyorum. Bu anlamda karılaşmak, salt cinsel boyutlu bir gerçeklik değil, çirkin bir kölelik olur. Mukayeseyi daha iyi yapmanız için şunu belirtiyorum: Yirmi yaşlarında gencecik bir delikanlıyı yerinize koyun ve hakim bir erkeğin onu kendisine eş veya sevgili olarak seçmek istediğini varsayın. Bu, ne kadar tehlikeli bir karılaşma olur? Adamın biraz gücü var. tarihte tüm zalimler hep böyle yaparlar. Osmanlı padişahlarının diğer bir özelliği de budur. Örneğin Fatih Sultan Mehmet kendi hakimiyetini geliştirirken, hakimiyet altına aldığı halkların önde gelenlerinin erkeklerini getirip ‘Osmanlı oğlancılığı’ denilen bir terbiye altında bir nevi karılaştırır. Burada bir egemenlik söz konusudur. Sembolik olması açısından, hakimiyeti altına aldığı halkın bir prensini alıp haremine kapatır. Kızları bir yana bırakın, Osmanlı egemenliği başka halkların erkeklerini bile böyle yapar. Bu kadar tehlikeli bir şeydir.
Cinsellik boyutu deyip geçmeyin. Onun içinde birçok sapıklık, gizlenen birçok egemenlik, dolayısıyla çirkinlik vardır. Cinsellik alanı, bu konuda çok dikkatle çözülmesi gereken bir alandır. Sanıldığı gibi bu öyle zorunlu bir ihtiyaç temelinde ele alınmıyor. Orada bir egemenlik dayatılıyor ve işte biz buna karşıyız. Cinsellikte özgür paylaşım en aza indirgenmiştir veya yoktur. Tek taraflı ilişki dayattınız mı veya ilişkiyi siyasal, ruhsal ve ideolojik ölçülerden kopuk ele aldınız mı, egemen ideolojinin tutsağı olur ve sonuçta cins olarak kaybedersiniz. Ondan sonra kadın duygusallığıyla istediğiniz kadar ağlayın, istediğiniz kadar ortalığı velveleye verin, bir yere varamazsınız. Buna kendiniz yol açtınız.
Erkek çözümlenmesini boşuna yapmıyoruz. Söz konusu olan Kürt erkeği, PKK saflarındaki erkek oldu mu, bu çözümleme mutlaka sağlam yapılmalıdır. Bu erkeği çözmedikçe, kesinlikle hayatınız tehlikededir. Çözme işini kapsamlı ve bilimsel yapmalısınız. Bu konularda inceleme yaparak erkek çözümlenmesini derinleştirmelisiniz. Saflarımızda ahbap çavuşluğa, el ele, kol kola geliştirilen ilişkilere ‘özgürlük’ deniliyorsa, bununla çatışmalıyız. Öncellikle yapılması gereken budur. “Beni hangi temelde sevebilirsin? Benimle ne kadar olabilirsin? Beni nereye götürebilirsin?” diye sormalı, bütün bunları sorgulamalısınız. Birisi size ucuz ilişki dayattığında hemen boyun eğiyorsunuz. Birisi gelip size böyle bir dayatmada bulunuyor, kendisi erkektir, az çok hakim veya sorumludur. Peki, yarın başınıza gelecek olan nedir? Saflarımızda yoz ilişki dendiğinde erkek çoğunlukla kendisini haklı görür ve suçlanan hep kadın olur. Zaten ahlâki açıdan da ‘ahlâksız’ olan kadındır, ‘yaman adam’ erkektir; işi biten kadındır, işini bitiren erkektir. Bu ahlâkı ve tek taraflı tehlikeyi görmeden, nasıl rahat bir yaklaşım içinde olabilirsiniz? Keşke özlenen, amaçlanan ve anbean pratiğe yansıyan bir yoldaş sevgisine ulaşabilsek! Keşke elimizi tutan böyle yoldaşlarımız olsa! Hepinizin ilgilerine, sevgilerine saygı duyuyorum; ama bu konuda daha çok mesafe almamız gerekiyor.
Benim de el ele tutuşma özlemim ve amacım vardı. Kadınla paylaşmak için benim de hayallerim, tasavvurlarım ve çabalarım var. Ama bu ne kadar eşitçe olabilir, ne kadar güçlenme ister, ne kadar irade ister? Son tahlilde bu gerçeği şuna bağladım: Aşk, zaferle bağlantılı bir kavramdır. Zaferi olmayanın aşkı olamaz. Her adımda başarısı olmayanın da aşkı olamaz. Tarihte araştırılacak olursa, zaferle aşk ikizdir; biri diğeri olmaksızın olmaz. Bizde ise tersi söz konusudur. Sözde aşk, sözde duygular yenilginin başladığı yerde başlar. İhanetin duygu tanımı da böyledir. Her erkekte, her ilişkide, her yaklaşımda bunları müthiş incelemeye tabi tutmalısınız. Her ulusta bunu sanatın çeşitli kollarında yıllarca, yüzyıllarca göstermişlerdir. Biz hepsini devrimde yaratmak zorundayız. Çünkü bizde devrim öncesinin sanatı yoktur.