Hits: 76
Toplumsal cinsiyet ne demek?
Toplumsal cinsiyet kavramı üzerinde durmadan önce cinsiyet kelimesi üzerinde durmak gerekiyor. Cinsiyet kelimesi sosyolojik olarak ya da kavramsal bir kategori olarak kullanılmaktadır ve ona çok özgün bir anlam verilmiştir. “Yeni halinde cinsiyet, kadın ve erkeğin sosyo-kültürel açıdan tanımlanmasını, toplumların kadın ve erkeği birbirinden ayırt etme biçimini ve onlara verdiği toplumsal rolleri ifade etmektedir.” Toplumsal cinsiyet ile cinsiyet arasındaki ayrım ise, kadınların, erkeklerin hegemonyası altındaki ikincil konumunu kadınların anatomilerine dayandıran genel eğilimle baş etmek amacıyla oluşturuldu. Çünkü yüzyıllar boyunca ataerkil olan tüm toplumlarda kadınlara ve erkeklere biçilen farklı özelliklerin, roller ve statülerin biyolojik olarak (yani cinsiyet ile) belirlendiğine, bunların doğal, dolayısıyla da değiştirilemez olduğuna inanıldı. Yani erkekler bedenlerinden dolayı üstündü, hakeza kadınlarda bedenlerinden dolayı ikincil konumdaydı. 21. yüzyılı yaşarken bile Adem-Havva söylencesinin bile bu kadar etkin olması tam da bu nedenledir. Bir dönemlerin yaşamın kaynağı sayılan kadınları sırf adet gördükleri için kirlenmiş, çeşitli görevleri yapamaz sayılması, “kadınlık görevlerinin” doğurdukları çocukların ve bulundukları hanenin “yani erkeğin evinin” bakımı ve dahil oldukları evin erkeğinin (babası, abisi, eşi ve de tüm aşiretinin) namusuyla sınırlandırılması, sınıflı toplumlar tarihi boyunca oluşan tüm ideolojilerinde bu uydurmacalar üzerinden vücut bulması kadınların ikincil konumlarının toplumdaki tüm bireylerin hücrelerine kadar sirayet etmesine yol açmıştır. Kısaca toplumsal cinsiyet için, belli bir kültürün biyolojik cinsiyet farklılıklarına atfettiği anlamlar bütünü (buna isteyen istediğini yükler) denilebilir. Böylece toplumsal cinsiyet, kadınlar ve erkekler olarak sadece nasıl yaşayıp kendimizi nasıl anlamlandırdığımız değil, bununla birlikte hayatımızın tüm yönlerini şekillendiren simgesel bir sistemi, merkezi bir kültürel örgütlenme biçimini de ifade etmektedir. Bu simgesel sistem karşıtlıklar üzerinde kurulmuştur. Tüm insani vasıflar ikiye ayrılmıştır. Birbirini dışladığı varsayılan bu zıt ikililerde; akıl bedenin karşıtıdır, kültür doğanın, düşünce duygunun, mantık sezginin, nesnellik öznelliğin, saldırganlık pasifliğin, yüzleşme uzlaşmanın, soyutlama ayrıntılandırmanın, kamusal özelin, politik kişiselin vb. vb. Daha da uzayıp giden bu örneklerin hepsinde de ‘zıtlar’ın ilk terimi erkeği, ikincisi kadına yüklenir. Toplumun birincileri üstün gördüğü ise malum. Erkeğin kadından üstünlüğü, kadının ise her koşul altında ikinciliği doğal olarak kabul edilince, toplumda var olan adaletsizliğe ve toplumsal cinsiyet rollerindeki eşitsizliğe işaret etmenin de anlamı kalmıyor denilse de kadın mücadelesinin özünü de bu nokta oluşturuyor.
Yani toplumsal cinsiyet adaletinin yaratılması.
Böylece toplumsal cinsiyet kavramı, cinsiyeti bir şey, ama toplumsal cinsiyeti çok daha başka bir şey olarak ifade etmemizi mümkün kılar. Tüm bireyler erkek ya da dişi olarak hayata gözlerini açar. Tüm bireylerin cinsiyeti sadece ve sadece cinsel organlarına bakılarak adlandırılabilir. Buna karşın her toplum, halk ya da kültür kızlara ve oğlanlara farklı roller ve nitelikler yükler. Bu yüklemeden sonra toplumun istediği kadınlar ve erkekler haline geliriz. Doğduğumuz andan itibaren hepimiz bize biçilen bu rollere göre yetiştiriliriz. Kimi küçük farklar olsa da hepimizin yetiştirilme şartları hemen hemen aynıdır. İşte kadın-erkek, hepimize, sosyal ve kültürel algı ve davranışların ‘paket halinde yüklenmesi’ olayı, ‘toplumsal cinsiyetin öğretilmesi ve benimsetilmesi’dir. Nasıl ki bir bilgisayarı ondan beklediğimiz niteliklere göre formatlıyorsak, kadınlar ve erkekler olarak bizler de bizden beklenen rollere, davranış modellerine sorumluluklara göre formatlanıyoruz. Böylece biyolojik olan cinsiyetimizden farklı olarak kadınlar ve erkekler olarak toplumsal cinsiyet kimliklerimiz psikolojik ve sosyolojik olarak, yani tarihsel ve kültürel olarak belirlenmiş oluyor.