Toplumsal Cinsiyetçilik – 2’nci Bölüm

Hits: 233

Toplumsal cinsiyeti belirleyen normlar

Toplumsal Cinsiyetçilik, Dünya’ya gözlerimizi ilk açtığımız günden itibaren başlar. Kendi içinde kimi farklılıklar olsa da, hemen her toplum kadınlar ve erkekler için, bizlerin yaşamlarının ve geleceklerinin hemen her durumunu belirleyen farklı normlar tayin eder. Bunlar arasında en görünür olanlar ise şunlardır:

Giyim

Her halkın, hatta bir ülke içerisinde her yörenin kendine has giyim tarzı vardır. İnsanların giyim tarzları var olan yaygın kanıya göre, sadece toplumsal statülerini, dini inançlarını ya da mesleklerini değil, aynı zamanda insanların hareket yeteneğini, özgürlük ve saygınlık duygusunu etkileyebilir ve etkilemektedir. Hele kadın ve erkek arasındaki giyim tarzındaki farklılık onların statüleriyle birebir bağlantılıdır. En basitinden, saçlarının telinden ayak parmaklarına kadar kapattıkları bir kıyafet kadınları ‘günahkar ve günaha davet eden vücutlarını’ kontrol altına almanın, yani kadınları kendi kıyafetleriyle hapsetmenin yöntemi olarak uygulanmaktadır. Şimdi böyle birisi, bir erkek karşısında kendisini ne kadar önemli ve saygın görebilir ki? Tabi bir de bunun tam tersi, kapitalistlerce geliştirilen moda adı altında  baştan aşağı giyinik kadını soymaya çalışarak kapatılarak metalaştırılan kadını açarak cinsel obje haline getirmekte, aynı sonuca tersten ulaşmaktadır.

Nitelikler

Doğduğumuz andan itibaren kadınların ve erkeklerin kulaklarına fısıldananları ya da elimizi uzattığımız, adımımızı attığımız her şey karşısında bizlere söylenenleri şöyle bir hatırlarsak eğer nasıl şekillendiğimiz kendiliğinden ortaya çıkar. Biz kadınlar çok gülmememiz (çünkü dikkat çekeriz, oysa evlendiğimiz andan itibaren sadece eşimizin dikkatinin üzerimizde olması gerekir), çok bağırmamamız (buda dişli olduğumuzu, kolay kontrol altına alınamayacağımızı, dolayısıyla ‘evde kalmamızı’ getirir), okuyup meslek sahibi olsak dahi ev işlerinde hamarat olmamızı (her koşul altında ev işinin sadece kadınlarca yapılması gerektiği), yumuşak, nezaketli, ilgili, itaatkar gibi niteliklere sahip olmamız gerektiği üzerinde eğitiliriz. Erkekler ise, hangi koşullar altında olursa olsun kadınları koruyup kollamaları (çünkü kadınlar tek başlarına kendilerini koruyacak cesaret, güç, sorumluluk ve birikime sahip değildir), dolayısıyla güçlü, özgüvenli, cesur olmaları üzerinden eğitilirler.

Roller ve sorumluluklar

Nerede bulunursa bulunsunlar, erkekler bulundukları ortamda hep birincil olmak üzere koşullandırılırlar. Evde hanenin reisi (medeni kanunun değişmesi hiçbir şey ifade etmiyor. Çünkü nasıl ki, Kürt sorununda devlet yasaları değiştirip mevcut yasalarını AB müktesebatına uyumlu hale getirdiğini söylese de pratikte hala kimi yerlerde klasik sömürge uygulamalarını bile aratır uygulamalarını sürdürüyorsa, aynı durumu erkekte ev içinde kadına karşı uygulamakta), ekmeği kazanan (eşlerin ikisinin de çalışması bu gerçeği değiştirmiyor. Çoğu durumda erkek eşinin maaşını bile kendisi çekebiliyor ya da herhangi bir krizde veya işden çıkarma da ‘erkek evi geçindiriyor’ mantığından hareketle yalnız başına yaşayıp bir evin sorumluluğunu yüklenseler bile öncelikle kadınlar işten çıkarılıyor), mülkiyetin sahibi ve yöneticisi (ortak aldıkları evin tapularının erkeklerin üzerine yapılması tam da bu sebeptendir), siyasette, dinde, iş ve meslek hayatında aktif yer alanlar olarak kabul edilir. Öte yandan biz kadınlardan ise çocuk doğurup-yetiştirmemiz, hasta ve yaşlılara bakmamız, tüm ev işini yapmamız vs. beklenir ve bu doğrultuda eğitiliriz. Bu durum ise biz kadınların okurken kendimize ilişkin meslek ve kariyer seçimlerimizi, eğitim durumumuzu ya da eğitim eksikliğimizi belirliyor. Siyasette yer alsak bile siyasetin mutfağı sayılabilecek işler ya da kimi zaman vitrini oluşturan kimi işle biz kadınlara, söz ve karar mekanizmaları ise erkeklere ayrılıyor. Kadın ve erkek olarak aynı politik deneyim ve geçmişe sahip olunduğunda dahi kadınlar için nitelik tartışması yapılabiliyor, çünkü savunulan siyasal bilinç toplumsal bilincin cinsiyetçiliğini aşamıyor.

Toplumsal cinsiyette ailenin rolü

Toplumsal cinsiyet en çok ailede yüklenir. Kadın ve erkek aile ve toplum içinde toplumsallaşır ya da toplumsal cinsiyete uygun düşünce ve davranışlar benimsetilir. Toplum, kadın ve erkekleri eril ve dişil varlıklara dönüştürür. Yeni doğan çocuk, içinde doğduğu toplumun bir parçası olarak nasıl davranması gerektiğini öğrenir. Buna ‘toplumsallaşma’ denir. “Çocuklara toplumsal cinsiyet rollerinin öğretildiği özgün toplumsallaştırma süreci ise toplumsal cinsiyetin benimsetilmesi ya da toplumsal cinsiyet fikri olarak aşılanması”dır.

Kadın kuramcılara göre toplumsallaşma ya da toplumsal cinsiyetin öğretilmesi şu dört aşama üzerinden gerçekleşir: Manipülasyon, yönlendirme, sözel tanılar ve etkinlik teşhiri.

Mekanlardaki cinsiyetçilik

Kadınlar ve erkekler olarak yüklendiğimiz cinsiyetçi kalıpların dışında kullandığımız mekanlarında cinsiyeti vardır. Örneğin günlük yaşamda kullandığımız eşyaların hemen hepsi erkekler baz alınarak tasarlanmıştır. Koltuklar, masalar, sandalyeler erkeklerin boylarına göre düzenlenmiştir. Yine mutfak denince nasıl ki akla hemen kadınlar geliyorsa, futbol denince de erkeklerin gelmesi, ev içinde bile stratejik noktadaki koltuğun erkeklere ayrılması vb tamda bunun ispatıdır.

Dilimizdeki cinsiyetçilik

Ataerkilliğin, dolayısıyla cinsiyetçiliğin yayıldığı en büyük güç dildir. Kimin kullandığı, hangi ağızdan çıktığı önemsizdir. Çünkü dil ataerkildir. Toplumsal cinsiyetin yaygınlaşmasındaki en önemli etkendir ve yine tam da bu nedenle eşitsizlikçidir. Örneğin hemen her toplumda kadını aşağılayan, geri ya da cinsel obje olarak gören küfürleri, ‘atasözleri!’, deyimleri vb vardır. Bir de çok masum olarak kullanılan standart tanımlar vardır: İnsanoğlu, adam kavramları gibi. Tarih boyunca yapılan ya da hemen şu anda yapılan/yapılacak olan ortak işleri anlatırken hemen bu iki kavram kullanılır. Ama hepimiz de biliriz ki, kadın ve erkek için ortak kullanıldığı, her ikisini birden temsil ettiğini söylediği belirtilen bu kavramların kökeni incelendiğinde hiç de öyle masum olmadığı, sadece ve sadece erkeği işaret ettiği anlaşılacaktır. Adam’ın ‘Adem’den türediğini, insanoğlunun da hakeza ‘Adem’in oğullarını işaret ettiğini hepimiz biliyoruz. Peki burada kadın nerede?